Çok eski Şamanist ayinlerde terapi amacıyla insanlar çeşitli hareketler yaparak transa geçerlerdi. Eski yunan mitolojisi de ayni ayinler ve trans gözlenmektedir. Bugün Afrika'da ki otantik halk danslarında da bu trans sağlanmakta ve bu durum terapi ve ayin maksadıyla yapılmaktadır.
Osmanlılardaki zikir toplumlarında da bas ve gövdenin sallanılarak vecd, cezbe haline (extaz) gelinmesi de aslında bir trans eldesine matuftur. Ruhçulara (ispirtualizm)göre trans eldesi, olayı bir "posesyon'dur. Transa giren kişiye "posedo", transtaki kişinin bedenine giren ruha "posedör" denir. Bu, bir ruh olabileceği gibi, Cin ya da Şeytan ve ya da da Tanrı olabilir. Tanrı-İnsan posesyonu en gelişmiş trans olmakta ve buna "inisiasyon" denilmektedir. Anlayışımıza göre ruhçuların bu tezi doğru değildir. Ancak ister bir tarikat zikri, ister bir rock dans, ister Afrika otantik halk çılgınlıkları olsun hepsinde de ortadaki konuya (din, müzik, ask) göre garip hareketler yapılmakta ve neticede "trans'a geçilmektedir. Trans'ta ihtimal ki beden ile onu saran "aura" ya da "astral beden" arasındaki konum farklılaşmakta şuur kaybolmasa bile farklı bir bilinç hali ortaya çıkmaktadır. Bu durumda o kimse acı duymamakta ve kendisinden istenen her türlü hareketi yapmaktadır.
Şamanist ayinlerden Yunan posesyonlarına, Afrika danslarına, Hıristiyan ayinlerine, şifacıların, rûyet (görün, durugörü) sahiplerinin ve tarikatçıların transından manyetizma hezeyanlarına kadar transın geniş manası içinde tek parça değerlendirilip Hipnozu ve Hipnotizmayı yargılamak yanlıştır. Takdir edilir ki bir insanın başına sert bir şekilde vurulup bayılttıktan sonra ona bir kötülük yapmakla, Anestezi ile bayıltıp ameliyat etmek suretiyle onu yasama döndürmek farklı şeylerdir. Her ne kadar iki olayda da kişi bayılıp şuurunu kaybetmiş olsa da. Aynı şekilde bir ayin sırasında kişinin transa geçip bir yerlerine sis, kılıç vs. Sokması ile hipnotik bir trans sonucu bir kişiye anestezi uygulanması tamamen farklıdır.
Hipnozu açıklamaya çalışan ilk teori, Franz Anthony Mesmer tarafından ileri sürülmüştür. Bu teoriye göre bütün kainatı canlılıkla ilgili "manyetik bir akışkan" doldurmaktadır. Mesmer bu akışkanın mıknatıslardan ya da hipnoz yapabilen kişilerden hipnoz olacak kişilere geçtiğine ve hipnozun bu şekilde oluştuğuna inanıyordu. 1765'te yayınladığı "Yıldızların ve Gezegenlerin İnsan Vücudu Üzerindeki Etkileri" isimli doktora tezi ile bu teorinin temellerini atmıştı. Bu tezinde, kainatta hiçbir boşluğun olmadığına, maddelerin bölünebilen en küçük parçalarının bile aralarındaki boşlukların akışkan bir cevherle (fluid) dolu olduğunu belirtiyordu. Bu akışkanın canlı cisimlere değişik etkileri olduğunu, aynı zamanda da canlı cisimleri çeşitli gök cisimlerinin etkisine maruz bıraktığını ileri sürüyordu. Bu akışkanın insan vücudunda da özel bir etki ettiğini, insanı çevresindeki diğer canlı ve cisimlere karşı etkili olmaya kabiliyetli kıldığını açıklıyordu. Bu akışkanın canlı cisimlerdeki etkisinin mıknatısın etkilerine benzer gördüğünden bu etkiye de "Canlı Mıknatısiyet (Magnetisma Animale)" diyordu. İnsanda da mıknatıslarda olduğu gibi kutuplanmalar olduğunu, bu kutuplanmalarda bir dengenin bulunduğunu, bu dengenin bozulması ile hastalıkların ortaya çıktığını ileri sürüyordu. Parmak uçlarından bu manyetik akışkanın diğer insanlara geçtiğine inanan Mesmer, pas adını verdiği el ve kol hareketleri ile bu akışkanı hastalarına geçirerek hastalarını tedavi ettiğine inanıyordu. Mesmer'in bu açıklamaları doğrultusunda hipnoz olayı önceleri "Magnetisma (Manyetizma)" olarak anılmış, Mesmer'in açıklamalarına da "Magnetisma Animale" teorisi ya da "Fluidistik" görüş ismi verilmiştir.
Yapılan pek çok çalışmada hipnotik trans halinin oluşmasında hipnoz yapılacak kişiye mıknatıslarla ya da elle "Pas" yapılmasının şart olmadığı gösterildi. Özellikle bu konuda geniş çalışmaları bulunan Dr. Braid, deneklerin bakışlarını belli bir nesne üzerinde sabit hale getirmekle transın oluştuğunu gözledi. Sonuçta hipnoz oluşması için "Manyetik akışkanların" geçmesinin gerekli olmadığını göstermiş oldu. Bu çalışmaları sonucunda Dr. Braid, hipnotik trans haline Yunanca uyku anlamına gelen "hipnoz" (Hypnos) adını verdi. Manyetizma deyimi yerine de hipnotizma deyimini kullandı. Sonradan bir çeşit uyku hali olmadığı anlaşılmakla birlikte, "hipnotik trans" hali, bu tarihten sonra "hipnoz" olarak anıldı. Dr. Braid hipnotizma ile ilgili görüşlerini açıkladığı "Neurohypnology" isimli bir de eser yayınladı. Ancak bu eseri ilgi görmedi. Dr. Braid hipnotik trans haline uyku anlamına gelen hipnoz demişti ama tam olarak, hipnozun "Bir çeşit uyku ya da uyku benzeri bir hal" olduğunu söylememişti. Hipnozun uykunun bir çeşidi olduğunu ileri sürenler ise Braid'dan daha sonraki zamanlarda hipnozu araştıran fizyologlar olmuştur.
Meşhur Rus fizyoloğu Pavlov ise yaptığı uzun çalışmalar sonunda hipnozun birtakım şartlandırma refleksleri ile oluştuğunu ve normal uykunun bir çeşidi olduğunu söylüyordu. Pavlov'a göre normal uyku ile hipnoz arasında, kantitatif bazı farklar dışında asla kalitatif bir fark yoktu Hipnotik trans hali de normal uyku gibi tamamen "Korteksin bir inhibisyon hali" idi. Pavlov inhibisyonun normal gece uykusunda tüm kortekse yayılmış olduğu halde, hipnozda korteksin belli bölgelerine lokalize olduğunu söylüyordu. Hipnoz seanslarında kişi ile kurulan temasların, korteksteki inhibisyon alanları dışında kalan "Uyanık" kısımlar sayesinde olduğunu ileri sürüyordu. Pavlov'un bu açıklamaları ilk bakışta büyük ölçüde doğru gibi görülmektedir. Fakat; kortekste uyanık kısımların kalarak uyuma hali yalnızca hipnoza has bir durum değildir. Başka bazı durumlarda da benzer hallere rastlanmaktadır. Örneğin gece çok uykusuz kalmış, yorgun düşmüş ve bu nedenle uyuyakalmış bir anne kolay kolay uyandırılamazken, çocuğunun hafifçe ses çıkarması onu kolayca uyandırabilmektedir. Benzer şekilde değirmen gürültüsünde uyuyan bir değirmenci, değirmenin durmasıyla hemen uyanmaktadır. Her iki örnek hipnoz dışında da kortekste uyanık kısımlar kalarak uyunabildiğini göstermektedir.
Schneck, 1954 yılında Psikiyatride hipnozun kullanım alanlarını detaylı olarak inceleyerek tartışmaya açtı. 1948 yılında başlayan çalışmaların Wolberg yayınlayarak: çeşitli psikiyatrik problemlerde tedaviye yönelik olarak hipnotik tekniklerin kullanım yollarını ortaya koydu. Diğer yazarlar ve araştırıcılar da bu çerçevede konuya çeşitli katkılarda bulundular. 1971'de Conn, uyku telkinler olmaksızın hipnotik transa nasıl girilebileceğinin yolarını ve tekniklerini tanımladı. Aynı zamanda "Hypnosynthesis" vasıtası ile ego bütünleşmesinin yollarını gösterdi. 1971 yılında Schafer uluslararası hipnoterapistler kongresinde ego-nesne ilişkilerinde hipnozun yerini tanımladı.